17.2.09

Anladım ben seni

Bazen gazeteki köşe yazılarını ve o köşeleri devamlı dolduranları kafamda değerlendirmeye tutarım. Nedense, ben Türkiye'deki köşe yazısı kavramını sevmiyorum. Üstelik ilkokuldan beri. Sanırım, hergün, ya da sık sık diyelim, yaza yaza argüman tüketimine gidiyoruz. Sonrası malum, yazıda argüman olarak kullanılan şeylerin, duygular, metaforlar, tanımsız kavramlardan ibaret olması. Halbuki benim için köşe yazısı, bir ülkede siyasi veya değil (bu "değil"in ne olabileceğinden pek emin olamadım, düşününce her şeyin siyasi bir boyutu olabilirmiş gibi geliyor. Tabi siyasetin nasıl tanımlandığı da önemli ama, çok uzun yazarım o konuda, susayım en iyisi.), olan bitenler ile, elit diyebileceğimiz, ya da bu alanda daha fazla okumuş, düşünmüş, neden, nasıl diye sormuş kişiler arasında bir iletişim görevi görüyor. Kısaca, "Bence bu konudaki doğrular/yanlışlar bunlar, yine benim görüşüme göre şöyle şöyle olmalı, çünkü..."nün güzelce ifadesi. Tabiki, köşe yazarı duygularından yararlanabilir diğer insanlarla biraz daha hızlı köprü kurabilmek için, metaforları kullanabilir yazının sıkıcılığını, tek düzeliğini atmak için. Ancak, yazıların bundan ibaret olması, Türkiye'deki siyasi argüman boşluğunun, kahve muhabbetlerinin akademi dahil her alana ulaşmış olduğunun göstergesi. Eğer, bir köşe yazısı okuyup "Ee?" diye bitiriyorsam, o yazı sağlam değildir gözümde. Ancak, bir yazı, benim kafamda yeni kavramlar oluşturuyorsa, içimde bir tartışma başlatıyorsa, onaylama, karşı çıkma, yeniden tanımlama ile son buluyorsa, o yazı iyi bir yazıdır.
Oysa köşe yazılarına bakıyoruz, bilgiden yoksunlar, verilen bilgiler ya yanlış, ya manipülatif. Yazarların bazen kime, neden hitap ettiği belirsiz. Hatta bazı yazıların, günlük düzeyinde olduğunu, sırf kişisel tatmin için yayımlandığını düşünüyorum. Bir de bir grup yazar var, matematikteki en sevdikleri derslerin, kombinasyon olduğu kanısındayım. Yıllık olarak, konu ve olası başlık modellerini benimseyip iki veya üçer hafta arayla, o konu ve başlık modellerinin kelimelerinin yer değiştirmiş şekilleri ile karşımıza çıkıveriyorlar. Gel de sinir olma. Üstelik, sözde iyi üniversitelerin pek popüler hocaları bunlar. Yani, ne yazık ki, bu kişilerden eğitim alıp mezun olan bir ton genç var ve bu öğrenciler mezun olup bu insanlara benziyorlar.
Bir de bir önceki paragrafta bahsettiğim yazarlar rüzgargülü gibiler. Nerden esiyorsa rüzgar, o yöne dönüyorlar. Eğer beklemedikleri şekilde, beklemedikleri yönden geldiyse rüzgar, afallıyorlar. Ancak pek tedbirliler, hemen argümansız, her yöne çekilebilir, herkese baş sallatabilir bir yazı daha yazıp kıvırıyorlar.
Tebrik mi etmek lazım bu beceriyi, bilemiyorum.
Bu bahsettiğim köşe yazarlığı beceriksizliği nedeniyle yıllardır hissedip de adını koyamadığım bir hoşnutsuzluk, herkesin popüler köşeyazarları varken, karşılarında kendimi "sıradan bir okuyucu" olarak hissetme rahatsızlığı, burada sona erdi. Önceden, nasıl tanımlayacağımı bile bilmiyordum bu durumu, bir tür Kibar Feyzo sendromu. Nihayet bu sene buldum aradığımı. Artık göğsümü gere gere, "Herhangi bir argümanı yok, kavramları da tanımlamamış. Referans vererek tartışma yürütmeye çalışmış, ancak kavramları tartışmadığından çok yüzeysel kalmış." diyebiliyorum. Üstelik burada da, Ankara Siyasal'daki burnu büyük durum hakim, hiçbir yazının eleştirilemezliği söz konusu değil. Hatta, sınıfta bunu, "Boyut, efor, süre fark etmez, işlev önemli." diye gayet belden aşağı tanımladık.
Son olarak:
Argümansız hayat, buluta benzer. Pamuk şeker sanırsınız. Oysaki nemdir, sudur. Tatsız tuzsuzdur.

Hiç yorum yok: