İç sesler, dış sesler, az konuşanlar, çok konuşanlar...
Her yerde söz vardı, söz "logos" olmaktan çıkmış, kuru gürültü konumuna düşüvermişti.

Bazen de bu konuşmalar, zorunlu birlikteliklerin göstergesi oluyor, kuaföre gittiyseniz, sizinle ilgilenen kişi işi bitinceye kadar konuşmazsa iyi bir hizmet vermediğini düşünüyor, ya da bir odada beraber kaldığınızda insanlarla aynı rutin yaşanıp gidiyor.
Oysa, çok sıkıldığımdan, anlamsız tepkilere ve sahte şaşırmalara sokar bu durum beni. En kötüsü ise bir şeyler anlatma (onlara göre paylaşma) sırasının size geldiği sessizlik anlarıdır. Kendimi Homer Simpson gibi hissederim, sıkıcı fakat ulu orta anlatılacak bir konu bulamam. Belki de kendi sevdiğim şeyleri anlatmam yetecektir, çünkü anlattıklarım onlar için sıkıcı olacaktır her koşulda; ama işin sırrını henüz çözmediğimden, gubidik yorumlar ve sorularla, karşı tarafın egosunu tatmin eder, giderim. Hani, deli gibi sıkılıp karşı taraf kazansın diye sürekli, bile bile yenildiğin oyunlar gibidir, o anlar.
Yukarıda bahsedilen anlardan daha sıkıcı ve yorucu olanlar ise açık açık konuşamadığınızda, karşı tarafın iç sesinizi duyması için sessiz sessiz beklediklerinizdir. Ya çok sıkıntıdasınızdır, ya da karşınızdakini aptal yerine koymaktasınızdır. Üçüncü bir opsiyon, takatiniz yoktur, sonuçları hesaplamak istemezsiniz.
Tüm bunlar olup biterken siz başkalarının sözleri arasında, onları duymadan varolma uzmanı olmuşsunuzdur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder