Dert-bul, sıkıntı-bul... Neden geldim, nerden geldi aklı aklıma bilmiyorum. Yerimde duramamazlık hali bir türlü. 4 sene kalınca bir yerde yeni bir şeylere başlama telaşı, kodlaması mı desek ya da. Ya da hala öğrenci, bekar, tasasız, plansızken, mekan değiştirme serbestisini sonuna kadar kullanma hevesi mi daha iyi anlatır o zamanki halimi. Zaman, tüm 2007 yazı ve eylülü. Elimde ODTÜ'den bir kabul varken, bir şekilde gitmemenin yolunu bulup, kendime dağ başında bir hapishane ayarlayıvermişim Eylül'de, büyük bir mutlulukla. Sonra bir haber, en yakın arkadaşlarımdan birisi İngiltere yolcusuymuş. Olsun, İstanbul böyööök şeeheer, çok arkadaşı var insanın burada. Görürse.
Oysa ben değil miydim, zorluklarla mücadele etmek istiyorum, kendimi geliştirmek istiyorum diyen. Şimdi de şikayetçiyim, sıkışıp kaldım, adım atamıyorum diye.
Ama haksız mıyım: Önceden hareketli, yürüyerek dağları tepeleri aşan bir kız olup ve sinemaya gitmenin lüks olmadığı, okuldan eve dönerken yapabilecek bir ton alternatifi olan, yol boyunca sürdürdüğümüz arkadaş muhabbetleri ile yürürken yuvarlanacak kadar gülmenin, o yollarda sevilenlerle karşılaşmanın imkan dahilinde olduğu bir şehirdeydim, hocalarım dünyanın en mükemmel hocaları olmayabilirdi, ama insandılar ve öğretmen-öğrenci ilişkisini bir kenara bırakıp konuşabildiğimiz zamanlarımız da olurdu, olmakta da. Şimdi ise bir mekanik yaşam içerisinde:
Saat 7.30 uyan.
Saat 8.00 kahvaltı yap.
Saat 8.15 duş al.
8.30 giyin
9.00 evden çık.
Sonrası: Dolmuş bekle, derse gir, ofise git, maillerine bak, sınav gözetmeni ol, TA'lık yaptığın derse gir, salak kızların ve oğlanların insanı aptal yerine koyma davranışlarını fark etmedin sanmasınlar diye gözlerini üzerlerine dik. Kafanın tasını çok attırdılarsa sağlam bir ayar ver. (çünkü hocanız "bad cop"(türkçesini yazmamak bir tercih değil, bire bir söyleneni yansıtmak istemenin sonucu. yani diyor ki: "kötüyü sen oyna, kızım") olmanızı istemiştir. Sıkan bir samimiyetsiz gülüş ortamı vardır etrafınızda. "Bak güzel oldu sunumun" diyen yamuk gülüşlü bir ağıza iki tane çarpmak istersiniz, numarasını ortaya dökemediğiniz için dişlerini sökme isteği ile. Oysa kafanızı önünüze çevirir, aynı samimiyetsizliğe yakalanmadan teşekkür edersiniz. Tabi herkes kötü değildir, ama herkes sizin gibi debelenmekte ve halinden nefret etmektedir. Sonra derslere girilir çıkılır, bilgisayar toplanır, kaplumbağa olarak eve dönülür. Hiçbir şey yapılmamış, bacaklar hareketsizlikten ağrıyorken, yine bugün bir şey öğrenmediğiniz, bir şekilde gelişmediğiniz düşüncesi ile bir acı oturur kalp ile karın arasında.
Oysa teselli bulma çabası çok olmuştur: Bu okul İngilizce için iyi imkan sağladı bana... Bu okul düzenli çalışmayı öğretti bana... Bu okul...Üçüncüden itibaren cümlenin noktaya ulaşma süresi uzar, çünkü aklınıza yukarıda bahsedilenler gelir sırayla... ve sonra cümle bile kuramazsınız halinizi savunacak.
Geçen gün asistanlık yaptığım hoca ile konuşuyorduk. "Sen çok dağınık yazıyorsun, aklına güzel şeyler geliyor ama onları daha organize hale getirmelisin." dedi, tam da beklediğim gibi. Güldük, dedim "Ben edebiyatla çok uğraştım sanırım onunla ilgili.", hoca da "Aa evet ben de uğraşmıştım, artık akademik düzenliliğe geçtiğimden beri tek kelime yazamıyorum." Ve tutmasın kimse beni... Koşarak uzaklaşmak istedim. Olmak istemediğim bir hayata fark etmeden girebilirdim. Sıradan, Batı-Avrupa, erkek dünyası düzeninde kaybolabilirdim. Oysa düşüncelerim, aldığım eğitim... Ben bendim, özgünlüğüm bendi. Karmaşıklığım. Organize olamayışım. Bir dereceye kadar değişmek değil, iplerin kontrolünü teslim etmekse sonunda olacak olan, istemiyorum.
İstemiyorum. Bilimsellik de umrumda değil. Mekaniklik de. Ben bu değilim.
Ben inatçıyım, tembelim, dikkati dağınığım, yine de çok eğlenebilenim, çenesi düşünce toparlayamayanım. Aklındakilerin hızına yetişemeyen, salya sümük ağlayabilen biriyim.
Ben insanım. Canlıyım. Yaşamak istiyorum. İlk okul fen bilgisi tanımı ile yaşayabilmek: Hareket etmek, beslenmek, üremek, solunum, boşaltım. Ben ismin halleri gibi olmazsam, bir isim olmaktan da ve varolmaktan çıkarım: Yalın hal, yönelme hali, yaklaşma, bulunma hali, ayrılma hali ve tabiki iyelik hali.
Hepsi enerji gerektirir, hepsi enerji tüketir. Yani insanlık dışı hayatımızın yanlış bir halinden kurtulmak gerekir.
I am, I am, I am... Après moi? Pas encore!
Oysa ben değil miydim, zorluklarla mücadele etmek istiyorum, kendimi geliştirmek istiyorum diyen. Şimdi de şikayetçiyim, sıkışıp kaldım, adım atamıyorum diye.
Ama haksız mıyım: Önceden hareketli, yürüyerek dağları tepeleri aşan bir kız olup ve sinemaya gitmenin lüks olmadığı, okuldan eve dönerken yapabilecek bir ton alternatifi olan, yol boyunca sürdürdüğümüz arkadaş muhabbetleri ile yürürken yuvarlanacak kadar gülmenin, o yollarda sevilenlerle karşılaşmanın imkan dahilinde olduğu bir şehirdeydim, hocalarım dünyanın en mükemmel hocaları olmayabilirdi, ama insandılar ve öğretmen-öğrenci ilişkisini bir kenara bırakıp konuşabildiğimiz zamanlarımız da olurdu, olmakta da. Şimdi ise bir mekanik yaşam içerisinde:
Saat 7.30 uyan.
Saat 8.00 kahvaltı yap.
Saat 8.15 duş al.
8.30 giyin
9.00 evden çık.
Sonrası: Dolmuş bekle, derse gir, ofise git, maillerine bak, sınav gözetmeni ol, TA'lık yaptığın derse gir, salak kızların ve oğlanların insanı aptal yerine koyma davranışlarını fark etmedin sanmasınlar diye gözlerini üzerlerine dik. Kafanın tasını çok attırdılarsa sağlam bir ayar ver. (çünkü hocanız "bad cop"(türkçesini yazmamak bir tercih değil, bire bir söyleneni yansıtmak istemenin sonucu. yani diyor ki: "kötüyü sen oyna, kızım") olmanızı istemiştir. Sıkan bir samimiyetsiz gülüş ortamı vardır etrafınızda. "Bak güzel oldu sunumun" diyen yamuk gülüşlü bir ağıza iki tane çarpmak istersiniz, numarasını ortaya dökemediğiniz için dişlerini sökme isteği ile. Oysa kafanızı önünüze çevirir, aynı samimiyetsizliğe yakalanmadan teşekkür edersiniz. Tabi herkes kötü değildir, ama herkes sizin gibi debelenmekte ve halinden nefret etmektedir. Sonra derslere girilir çıkılır, bilgisayar toplanır, kaplumbağa olarak eve dönülür. Hiçbir şey yapılmamış, bacaklar hareketsizlikten ağrıyorken, yine bugün bir şey öğrenmediğiniz, bir şekilde gelişmediğiniz düşüncesi ile bir acı oturur kalp ile karın arasında.
Oysa teselli bulma çabası çok olmuştur: Bu okul İngilizce için iyi imkan sağladı bana... Bu okul düzenli çalışmayı öğretti bana... Bu okul...Üçüncüden itibaren cümlenin noktaya ulaşma süresi uzar, çünkü aklınıza yukarıda bahsedilenler gelir sırayla... ve sonra cümle bile kuramazsınız halinizi savunacak.
Geçen gün asistanlık yaptığım hoca ile konuşuyorduk. "Sen çok dağınık yazıyorsun, aklına güzel şeyler geliyor ama onları daha organize hale getirmelisin." dedi, tam da beklediğim gibi. Güldük, dedim "Ben edebiyatla çok uğraştım sanırım onunla ilgili.", hoca da "Aa evet ben de uğraşmıştım, artık akademik düzenliliğe geçtiğimden beri tek kelime yazamıyorum." Ve tutmasın kimse beni... Koşarak uzaklaşmak istedim. Olmak istemediğim bir hayata fark etmeden girebilirdim. Sıradan, Batı-Avrupa, erkek dünyası düzeninde kaybolabilirdim. Oysa düşüncelerim, aldığım eğitim... Ben bendim, özgünlüğüm bendi. Karmaşıklığım. Organize olamayışım. Bir dereceye kadar değişmek değil, iplerin kontrolünü teslim etmekse sonunda olacak olan, istemiyorum.
İstemiyorum. Bilimsellik de umrumda değil. Mekaniklik de. Ben bu değilim.
Ben inatçıyım, tembelim, dikkati dağınığım, yine de çok eğlenebilenim, çenesi düşünce toparlayamayanım. Aklındakilerin hızına yetişemeyen, salya sümük ağlayabilen biriyim.
Ben insanım. Canlıyım. Yaşamak istiyorum. İlk okul fen bilgisi tanımı ile yaşayabilmek: Hareket etmek, beslenmek, üremek, solunum, boşaltım. Ben ismin halleri gibi olmazsam, bir isim olmaktan da ve varolmaktan çıkarım: Yalın hal, yönelme hali, yaklaşma, bulunma hali, ayrılma hali ve tabiki iyelik hali.
Hepsi enerji gerektirir, hepsi enerji tüketir. Yani insanlık dışı hayatımızın yanlış bir halinden kurtulmak gerekir.
I am, I am, I am... Après moi? Pas encore!
"february. get ink, shed tears.
write of it, sob your heart out, sing,
while torrential slush that roars
burns in the blackness of the spring."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder