Ve kadınlar
birbirlerinden gizleyerek
bakıyorlardı ayın altında
geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine.
Ve kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yarimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız
ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki
ve kara sabana koşulan ve ağıllarda
ışıltısında yere saplı bıçakların
oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan
kadınlar,
bizim kadınlarımız
şimdi ayın altında
kağnıların ve hartuçların peşinde
harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi
aynı yürek ferahlığı,
aynı yorgun alışkanlık içindeydiler.
Kadınlar, günlere hapsolmuş, sorumluluklar ve yaşamlar arasında kaybolmuş. Kadınlar günü geldiğinde, arkadaşım sordu, "Emekçi Kadınlar Günü" mü, "Kadınlar Günü" mü? Tüm kadın duyarlılığımla, ne farkettiğini sordum, kadınlar her zaman emekçiydi çünkü. Ve sonra aklıma geldi bulunduğum ortamdaki kadınlar. Sorumsuz, ilgisiz ve kaba. Umursamıyorlar bindikları arabanın ne kadar havalı olduğu ve giydikleri kıyafetlerin ne kadar pahalı olduğu dışındaki şeyleri. Kadınlar arasında gözle görülür uçurum var. Bir tarafta, iş hayatı ve ev hayatını paralel götürmeye çalışanlar, diğer tarafta partilerden ve markalardan başka bir şey düşünmeyenler. Bu okul benim kadınlardan nefret edebilme sebebimdir. Duyarsızlığı görüp buna özgürlük denmesine şaşırdığım yerdir.
Demekki Kadınlar Günü derken bin kere düşünüp kadının tanımını yapmak gerekir. Yoksa bir eşitlik çabası olan kadınlar ile tanım dışı kalan diğer grubu aynı kefeye koymak olur iş değil.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder