13.1.09

diyesim geldi...

Şu coğrafyaya geldiğimden beri, gerçekten de o kadar eğleniyorum, beni o kadar çok şaşırtan şeyle karşılaşıyorum ki, her seferinde koşarak bloga yazmak istiyorum, ama sonra gördüğü deliği yara sanıp olay haline getiren bir kedi olmak istemiyorum. Ya bilerek susuyorum, ya da anlatacaklarımı unutuyorum.
Mesela bir gün trafikte durmam gereken yerde durduğum için, arabanın şoförü ellerini birleştirip minnetini gösterdi, böyle bir "Allah razı olsun" dercesine. Şaşırdım haliyle. Türkiye'de olsam "Yok ya, durmayayım da ezileyim mi" derdim. Hoş, Ankara'da Meşrutiyet Caddesi'ni kuralsız geçmek adettendir yayalar için, oradaki üst geçitler, bilerek kullanılmazlar. Karşıdan karşıya geçmek, verilen değil alınan bir haktır orada. Ama eğer olur da bir yaya (ya da yayalar grubu) arabalara yol verecek olursa, viiöööğğnn diye bir sesle geçer gider arabalar önünüzden, hiçbirisi durup da teşekkür etmeyi düşünmez. Ya da ben bugüne kadar edenini görmedim.
Sonra, geçtiğimiz pazar günü, nihayet ısınan havanın bünyemde yarattığı gezip tozma aşkı ve teslim edilecek ödevlerden kaçmanın bahanesi ile kendimi Angel sokaklarına atıp gezinirken, mağazalardan birisine giren bir kadının köpeğini, bir yere bağlamadan etmeden, öylece elinde tasmayı da üstüne bırakıp içeri girdiğini gördüm. Benim de mağazada bulunduğum sürece, o köpek, mağazanın camından sahibine baktı şirin şirin. Görseniz boyum kadar bişi, kaçsa tutulmaz, içeri girse çıkaracağım diye uğraşılır durulur. Ama köpek sahibini mi tanıyordu artık, yoksa multisüper bir eğitimden mi geçmişti bilmiyorum, camdan baktı sadece. O gün için, fotoğraf makinemin yanımda olmadığına üzüldüğüm iki andan birisiydi. Diğer fotoğraflık an da bir köpekle ilgili. Bu sefer olay yeri Tesco. Tesco'nun kapısından içeri önce kafasını, sonra vücudunun yarısını, sonra 3/4'ünü, sonra da sadece kuyruğu kalacak şekilde uzanmış bu köpeğimiz, her halde insanların ekonomik hayattaki rolünü gözlemleyip anlamaya çalışıyordu. Ardı ardına dizilmiş ürünler, sürekli girip çıkan insanlar, içinden yiyeceler, içecekler taşan torbalar derken köpeğimizin bir kaç üründe gözü kalmış sanırım. Fakat ilginç olan, kaptırıp kendisini girmiyor içeri, sadece bakıyor, insanların yüzüne, içeriye, tekrar yüzlere. Bize sanki, "İki şey de bana kap getir" diyor. İlki, anladığınız gibi, sahibi olan, muhtemelen iyi şartlarda yaşayan bir köpek. İkincisi, sokak köpeği ya da "saldım çayıra" yöntemi ile bakılan bir köpek. Fakat ikisinin de gözünde öfke yok, havlamıyorlar, insanları rahatsız etmiyorlar. İnsanlar da onlardan rahatsız olmuyor. Biz de olsa, güvenlik görevlileri, ikinci köpeğe bir iki "hşt pşt" ettikten sonra, tekmeleyerek uzaklaştırırlardı, benim de kulaklarımda "myykkk" diyen bir köpek sesi kalırdı. Oysa bu köpeğe kimse dokunmadı. Nereden mi biliyorum, çünkü sırf onu gözlemlemek için dakikalarca hangi gazeteyi alacağıma karar veremedim. Bebeklerden katil, sıradan hayvanlardan vahşi yaratıklar yaratmayı becerdiğimiz kadar, neyi beceriyoruz merak ediyorum.
Bir diğeri az önce oldu. Odamın kapısı çalındı, "girebilirsin" dedikten sonra karşımda bir yabancı. Gecenin bu vakti, tamirci olamaz, bilmemneleri kontrol etmek için gelen görevliler olamaz. "Merhaba, ben X'in arkadaşı, böyle garip bir şekilde tanıttım kendimi ama bu gece burada kalacağım, yarın sabah falan beni görürsen, kim bu yabancı diye düşünme diye geldim." Gayet normal, bir konuşma. İşin garibi, benim de ismimi söylediğim anda başlıyor. "Gizem...! Çok ilginç, benim de eski bir Türk kız arkadaşım olmuştu, adı Gizem'di." Dumur. Yahu, evime gelebilecek insanlardan, eskiden Türk kız arkadaşı olan ve bu kızarkadaşının adı Gizem olan kaç kişi olabilir istatistiksel olarak. Şimdi şu vakit aklıma bu takıldı. Bir de "Yaygın bir isim galiba" dedi, "80lerde doğanlar için evet" dedim. "O zaman geleneksel bir isim" dedi. Hayda nasıl anlatalım şimdi, Türkiye'deki isim verme modasının nasıl Paris, Londra ve Milan modasıyla yarışabilecek şekilde, sürekli yeni akımlar yaratabilme yeteneği olduğunu anlatayım gecenin 12'sinde. Hayır dedim. Bir şekilde konu kapandı.
Böyle işte, "oha" demeden günlerimi geçirmiyorum. Şaşkın ve mutluyum. Oldukça.

Hiç yorum yok: