4.10.08

Bir Cumartesi günü rüzgarı...



Hava soğuk, ev soğuk... Herkes sanıyor ki, burada boyut atladım, apayrı bir gerçeklikte yaşıyorum. Oysa hala bildiğimiz dünyadayım. Sıkıntılar aynı, soğuklar aynı, gözlerin dolması ve insanın kendini tutması, ne olursa olsun önüne bakması aynı. Parasızlık bile aynı. Ve yorgunluk, suskunluk, yalnız kalma isteği. Hani bazen takati kalmaz insanın, kafasını yastığa vurup uyumak, uyumak, uyumak ister. Pes edinceye kadar. Bilir ki bir noktadan sonra, içinde onu harekete geçirecek bazı şeyler tekrar onu yola koyulmaya zorlayacaktır. Ama o zamana kadar, rahat bırakılmak ister, kimse soru sormasın, kimse bir şey beklemesin, istemesin. Peki ya kendisine bu lüksü tanıyacak bir yaşama ortamı bile yoksa?

Ev işini çözdüm evet, ama şımarıklık mı şimdi bu yer değiştirme isteği. Tek istediğim, sıcak, temiz ve küçükte olsa "bana" ait olan bir yer. "Ben"in kendisine yeni bir hayat kuracağı, "benim" diyeceğim bir yer. Baksan şimdi, ev değil, oda değil burası. Benim hiç değil. Hep övünürdüm konar göçer halimle, ama insanın bir evi geride bırakma lüksü olduğunda ve ona istediği zaman geri dönebileceğini bildiğinde, göçebe yaşam güzelmiş. Şimdi anlıyorum neden insanlık yerleşik hayata geçmiş. Ve yerleşmek istiyorum ben de. Köklerimi salmak. Sonunda toplayıp başka yerlere gideceksem de, burada yerçekimine ayak uydurmak istiyorum. Tam bunları hissederken, aklıma Ankara'da iki senemi geçirdiğim evim geliyor. O güzelim sokağın gece manzarasını hatırlıyorum, bir pazar sabahı dinginliğini, sıcak kaloriferlerini... Bir ev ideasına sığınıp ısınmaya çalışıyorum.

Dersler deseniz, kendimi aptal gibi hissetmiyorum, hocalar inanılmaz anlayışlı, okumalar korktuğum gibi değil, (dille ilgili tek sorun öğrencilerin farklı aksanlarını çözmek -ki Türkçe'de bile zorlandığım bir şeydir aksanları anlayabilmek), ama 1 sene aradan sonra, boş laf salatasını bırakıp bilginin konuştuğu bir ortama geri dönüş yapmak ve beynimde depolanmış 4 senelik bilgilerin geri gelmesine uğraşmak ve bazen becerememek, "ben ne yapmışım bir sene" diye düşündürtüyor insana. İnsanoğlu nankör demek, duygusal bir ifade değil bence. Son derece materyalist bir açıklama. En çok kendimize nankörlük ediyoruz ve beynimiz/bedenimiz bu nankörlük sürecine girmeye daha dünden razı oluyor.

Parasızlık ise en zor olan kısmı. Çaresiz, bursumu bekliyorum. Kasımda elime geçeceğine inanmak istiyorum.

Umut işte, insan onu bir şekilde sırtında taşımalı. Her zaman.

Hiç yorum yok: