27.8.08

Pılı pırtı burada, peki ya ben?

Toplandım, yüklendim, mesafeleri aştım ve geldim. Bir senelik izindeyim en kötü ihtimalle. En iyi ihtimalle bir sene çok ağır konularda ders alıp epeyce maddi sıkıntı çekeceğim (iyilik bunun neresinde demeyin, bekleyin ve görün). Bakalım, piyangodan ne çıkacak. Ne olursa olsun, arkama dönüp bakmadım ayrılırken. Hüzün bile olmadı o veda anında. Daha çok bu aşamayı da geçeyim hele, sırada ne varsa onu da yaparız diyerek terk-i diyar eyledim. Mertebesi itibariyle açıklama yapmam gerekenler dışında, bir senedir ders stresini paylaştıklarıma bile tek kelime etmedim. İçimde her şey kesinleşinceye kadar bir susma isteği var.Ayrılışıma geri dönecek olursak, elimde, uçakla gitmiş olsam 20 kg'mı fazlasıyla aşacak bir bavul ve hemen hemen benimle birlikte yola çıkan kolilerimle bir seneyi nasıl bu kadar "ağır" ya da "dolu dolu" geçirebildiğime epey şaşırdım. Üstelik attıklarımdan bahsetmiyorum bile. Dünyadaki tüketilen ağaçların sorumluluğunun epey bir kısmını yüklenmişim meğer.

Çok ev taşıdım demiştim daha önce, ama ilk defa tamamen tek başıma hallettim, koli bulma, onları bantlama, doldurma, bantla sarmalama ve güvenli olduklarını umarak başkalarına emanet etme işlerini. Hem de hepsini. Sonuna kadar. Sonuç: Geldiğimden beri, iki hareketimde enerjim bitiyor (tamam, sıcağın da etkisi var bunda) ve uyukluyorum. Yeni yeni kendime geldim bile diyebilirim 3 günün sonunda. Biraz daha gelsem kendime ehliyet kursuna bile gideceğim de, şimdilik hep akşam 6 sularında uyuyakalıyorum (nedense?!). Yine de, her biri dağılmadan gelebilen kolilerimin sağlamlığı, ev halkı tarafından takdir edildiğinden ve hem pahada hem yükte ağır olduğundan, bu tür kaytarmalarıma ses eden yok henüz. Kabardım kabardım, hindileştim, tavuskuşulaştım, bir hallere girdim anlayacağınız.

Ehliyet kursu işi de ayrı bir risk. Yazılı ve uygulamalı sınav için ta buralara geleceğim. Deliyim ve son dakika adrenalini bağımlısıyım, biliyorum. Zaten, bizim ailede bir inanış vardır: Gençliğimizi her konuda, son dakikada iş halletme uzmanlığımıza borçluymuşuz. Gençlikle ilgisini henüz kanıtlayamamış olmakla beraber, ailenin erkeklerindeki kalp hastalığı geleneğini buna bağlayabiliriz belki. Ne demişler, stres tüm kötülüklerin anası... Ya da buna benzer bir şey.

Şimdi böyle, yazın son bayıltan sıcakları ile, nerede kalsam, nereye gitsem, şu kadar para nelere yeter diye hesaplamakla geçiyor günler. Bir de prosedürel angaryalar var. Banka banka gezip ufacıcık bir imzayı atacak yer arıyorum. Buluyorum da, ama tüm belirsizliğin üstüne bir de bunlar eklenince geceyi beklemeden yatak döşek atıveriyorum kendimi.

Maddi sıkıntılardan, belirsizliklerden arındırıp baktığımda ise önümdekilere, içimde heyecan başlıyor, kendi sırtımı sıvazlıyorum. Ayrılışlara, geride bırakmalara rağmen, getirilerin çok olduğuna inandığım bir dönem hayal ederek mutlu mesut (ve yorgun) uyuyakalıyorum.

Bu arada, bir tüyo vermede edemeyeceğim. Eğer Sarıyer esnafı ile herhangi bir şekilde muhattap olursanız, Koç Üniversitesi öğrencisi olduğunuzu ve Acarlarda kaldığınızı belli etme gafletinde bulunmayın. Eninde sonunda az da olsa yiyeceğiniz kazığın boyutları devasa ölçülere ulaşıyor. Kulağa küpe niyetine.

Hiç yorum yok: