Aslında bu yazı, "Taşınma kası" başlığı ile koli taşıma güç ve kudretini irdeleyecekti, ancak gecenden sabaha çok sular aktı. Şimdi dünkü yorgunluk halinin yerini, aylaklık aldı, Deniz Baykal gibi de yerini başka hallere devretmeye pek niyeti yok, şimdilik.
Yine de o yazının ardındaki düşünceleri tamamiyle heba etmemek adına, kısaca şunlar vardı aklımda:
3 kere ev taşıma deneyimlerimde, en zorlu işin boş koli bulmak ve onları bir de evi taşımak olduğunu düşünmüşümdür. İlk evim TED'in eski binasının karşı sokağı olan Sağlık Sokak'ta, eski bir Ankara eviydi, büyük pencereler, aşınmış parkeler ve kağıt gibi duvarlarla. O evde, en çok üşümeyi öğrendim. Kış günleri, iki eşofman üstüne palto giyip battaniyenin altında televizyon izlemeyi kaçınız yaşadı bilmem, ama ilk önce baharın Ankara'yı ısıtışını karşıladım sevinçle, sonra da evden taşınma çabalarımızın sonuçsuz kalmayışını, gönlüme göre, güzel bir Bahçelievler sokağında, huzurlu bir ev buluşumuzu. Çünkü Sağlık Sokak, geceleri tekin olmayan, hayat kadınları ve otopark mafyası arasında, silah seslerinin eksilmediği bir yerdi. Ve o zaman öğrendim, ev kiralarken sadece gündüzki halini görüp de kanmamak gerektiğini.
Bahçelievlere taşınırken bulduğum kolileri eve götürmek için annemle üçer beşer yüklendiğimizde (ki buradaki koliler, tamamen açılmış, kutu formatından çıkıp düzleşmiş kartonlar) 10 dakikalık yolda, kartonları her ele ikişer dağıtmaya rağmen, elden yağlanmış gibi nasıl kaydığını, ebatları nedeniyle de oradan buradan tutmanın, daha pratik bir taşıma yöntemi bulmanın imkazlığı nedeniyle çektiğimiz işkence ve kas ağrısını anlatamam.
O nedenle bence Olimpiyatlarda bir de 4 büyük kartonu parmaklarla taşıma müsabakaları düzenlemeliler, gözlü gözsün görsün diye taşınma kasının hiçbir şeye benzemediğini...
Taşınma demişken, şimdi dördüncü ve hatta beşinci taşınma dalgasına tutulmak üzereyim. Koç Üniversitesi'ne bir sene ara verip yaban ellere gitme niyetindeyim. İşler birikti, Koç'u dondurma işlemleri, yurt müdürlüğü ile daire teslim işlemleri, kütüphaneye kitapları götürme (ki en çok gözümde büyüyenlerden birisi), evdeki eşyaları kolileyip kargoya verme, başvurduğum okula şartsız kabul yollamaları için istedikleri belgeleri yollama, şartsız kabulün gelişini bekleme, vizeye başvurma, internet üzerinden ucuz ev bulabilmek, ehliyet kursunu bitirme... Panik halimi, zaman zaman "amaaeen olmadı geç giderim, olmadı hiç gitmem evde uyurum bütün sene ooh" ile "amaaeen son dakikada her şey olur" psikolojisi tahtından ediyorsa da oldukça panik bir haldeyim. Koç'ta en sevdiğim şeyin evim ve ev arkadaşlarım olduğunu fark ettim, onlarla vedalaşmayı -çocukça ama- hiç istemiyorum. Hatta yeni ev arkadaşları bulmak da istemiyorum, ama burs bütçesi ile mümkün olmayan bir hayal ne yazıkki bu.
Peki bu panik halinde ben ne yapıyorum dersiniz? Aylaklık! Odamı toplamadım henüz, bilgisayarımdaki bilgileri kaydetmedim (bu dandik bilgisayara bile alışacağımı, kendimce bir düzen kurmuşken onu geri vermenin zor olacağını hiç düşünmezdim...), bulmam gerektiği kadar koli bile bulmadım. Dondurma işlemleri de bitmiyor, çünkü buradaki tek aylak ben değilim ve fakülte sekreterinin büyük yardımlarına rağmen, son imzayı atacak kişi bulunmuyor. Daha bursumun yatırılacağı banka hesabı bile açmadım. Velhasılıkelam, eşyanın tabiatına uyup eylemsizlik yasasını doğrulamaya meyillendim.
Her şeye rağmen aylaklık paniğe birebir geliyor. Tavsiye ederim, fakat dünya aylak olsun demem yine de. Böyle de ikircikliyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder