15.12.06

aşk öldü nasıl bilirdiniz?

aşk... insanları hayatlarından vazgeçirten ya da tam tersine hayata bağlayan; gözünü kör eden veya hayatında hiç görmediği bir renk silsilesi içinde dünyayı algılamasını sağlayan o yegane oldu.

mavi sakal şarkısıydı, aşk öldü derdik gitar tıngırdamaları eşliğinde, o kadar masum, küçük ve bencildik ki, ne aşık olmanın tadını, ne de aşk acısından ölmenin cefasını bilirdik. dünya içinde bulunduğumuz, zeka seviyesi ve sosyo-ekonomik yapısı az çok eş olan güruhtan ibaretti. yine de dünyanın en matah işiymiş gibi aşka dair şarkılar söylerdik tenefüslerde.

bilmiyorum önemli mi? hayatımda bir kere aşık oldum. daha yaşça gencim, önümde uzun yıllarbir ve bilinmez bir gelecek de var belki; ancak, bendeki değişimi bir ben bilirim. değişim değil, dönüşüm ve hatta mutasyon. hayır bir gün uyandığımdan bir böcek değildim, ama o günden sonraki her gün ben, ben de değildim. gözlerim öyle parlamadı bir daha. bir daha o kadar tutku ile bağlanmadım hayata, kimseyi kendimden daha ön planda da tutmadım. insanlarla ilişkilerim "herkesin iyi niyetli olduğu ve yapılan kötülüklerin insanların bilinçsizce yaptıkları hatalardan ibaret olduğu" felsefesi ile yürümedi. bu nedenle artık daha rahat çıkarıyorum insanları hayatımdan. eğer onlardan biri iseniz üzgünüm, ulaşmaya çalıştığınız eski ben artık var olmuyor, lütfen tekrar tekrar deneyip vaktinizi harcamayın. eğer bunun beni yola soktuğunu düşünen modernistlerdenseniz, anlamadığınızı söylerim sadece size, daha fazlasını anlatmaya çalışmam, çünkü farkında olmadığınız, beni ben yapan elementlerin değiştiği.

anka kuşu teorime bile inanmakta güçlük çektiğim günler geldi. annem, "sen hiç aynaya bakıyor musun, yüzünün rengini görüyor musun" dedi, ağlamayı becersem de gözlerimin dolmasını beceremediğim zamanlardan birinde. kafamı çevirip sessiz kalışımda yankılandı o soru.

bir defteri yaktım geçen gün. ve bir de bir mektubu. hayatımda koyduğum ilk noktaydı. ilk defa beklemediğim ve iyi niyetimin yetmediği ölçüde sonuçlanışına nokta koydum. yeniden kontrolü elime alışımın kutlamasıydı belki de. evde "sözde" birlikte yaşadığım ve mümkünse bir seneyi daha birlikte geçirmeyeceğim, kendisini çok zeki sanan ve zekanan esamesine bile rastlayamayacağınız "çocuğun" uykusu sırasındaydı. belki o an pencereden tesadüfi bir bakış atmış bir iki komşu dışında kimsenin haberi olmadı bu sondan.

ve artık bencil bir insanım. benim dışımda önemli olan her şey önemini kaybetti. şimdi ben bile herkes gibi olmuşken ben ağlamayayım da kim ağlasın...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Ben diyim bin sene evvel sen de onbin sene evvel Anka kuşunun adı da vermış kendi de.Anka kuşunun tek emeli saray yavrusu gibi bir yuva kurmakmış.Oyle bir yuva ki "böyuk olsun, guzel olsun,sağlam olsun, bütün dünyada namı yürüsün, torunlar bile bu yuvada buyusun" dermiş.Ama ne zaman yuva kurmaya kalksa akbabanın biri gelir yuvayı dağıtırmış.
Sonunda bizim Anka kuşu anlamış işi.Dünya fani, yuva da fani."Ben bu sevdadan vazgeçim" demiş "eyisi mi bari gönüllerde taht kurayım be".Nerde akşaaam orda sabah... heç bi yerde yuva kurmayınca her yer ona yuva olmuş gorunmezlere karışmış,türkülerde, şiirlerde masallarda taht kurmuş...

Anka kuşunun hikayesi böyle, teorisi nasıl? merak ediyorum!İyi geceler