9.11.09

Duma Duma Dum

Bugun cok cok anlatasim var, sevgili blog! Mutlu mu, neyim?!
Buraya 25 kilo ile geldigim her bir gramini ev ararken merdiven merdiven tasidigim gunlerden bugunlere... Kolay degildi, hic. Olmasini da beklemedim, ama cok sansliydim. Miray Teyze'nin yusufcuk kolyesini hediye ederken dedigi gibi oldu her sey: "Ne zaman zorlukla karsilassan, bu kolyeyi tut elinde, bil ki biz yanindayiz." Sanki hic yalniz kalmadim, tek basimaydim, uzaktim, ama hep coktum. Simdi durup baktigimda, o zamanlar agladigim, icime attigim, ruyalarimi kabusa ceviren tum sebepler, uften puften, minik kumdan kalaler. Kaleymisler, cunku beni hapsetmisler, kumdanmislar cunku, dalgalara teslim etmisim onlari, yok olup gitmisler. Gitsinler de...
Onlarin gitmesi dertsiz tasasiz oldugum, sorunsuz yasadigim anlamina gelmiyor, aksine sorunlarim buyuyor, cogaliyor. Ama ben caresiz hissetmemeyi mi ogreniyorum ne?
UCL bana cok iyi geldi, dunya tatlisi arkadaslarim oldu, dunyanin her yerinden, dusuncelerim saglamlasti, argumanlarim guclendi, laf salatasini argumandan ayirma yetim pekisti. Ben buyudum adeta.
Bir de bahsetmezsem haklarini yiyecegim ev arkadaslarim var. Hepimiz ayri telden caliyorsak da, apayri insanlarsak da, evimizdeki nargilenin basinda, sarabimizi nesemize katip tadini cikarmayi biliyoruz. Carsamba aksamlari salsaya gidiyoruz hep beraber, haftaya bir ev partisi duzenliyoruz. Arada masanin basinda toplanip her beraber yemek yiyoruz, ya da benim 3 saat boyunca yazmayi beceremedigim bir mesaj basinda mutalaa ediyoruz. Sonra canimiz istedi mi, keyfimiz de yerindeyse ziplaya ziplaya dans ediyoruz. Bir hayli sebegiz...
Az once "Only Love Can Break Your Heart" caldi, onu "Duma duma dum"a cevirdim. Meyve gibi bir sey, her gun bir porsiyon almam lazim bu sarkidan, strese birebir. Nil'e pekiyi veriyorum, her dinleyisimde. Olmus bu, klibi de olmus, hatta dinledigim gibi Mariana'ya yolladim sarkiyi, keske tamamen cevirebilsem sozlerini, anlatabilsem, biraz olsun stresini alabilsem, icine su serpsem.
Tum bu stresle, sevgiyle, askla, asksizlikla, umut ve umutsuzlukla doldurgumuz Londra gunlerinde, ben Turkiye'yi ozlemiyor muyum? Cok ozluyorum, arada bir Me(h)met mail atip mesaj atip beni yokladiginda, Bilgi Can "E, gel artik be!" dediginde, Osman "Naber, cocuk," deyip gunluk geyiklerimizle devam ettigimizde her zamanki muhabbetimize ucup oralara donesim geliyor. Ama en cok, bizim harika uclumuzu ozluyorum, Gulcan'in cuk oturan yorumlarini, dogrudanligini, bildiginden sasmazligini, Goksen'le her seyden zevk almayi, "Rahat ol, Gizemcim, sen yaparsin" deyisini... Ve bir de, dun bir Italyan cocugun suratina baka baka "Yerim seni, ne sirin seysin sen" dememe ramak kalmisken, Goksen'le bunu yapabilmenin vazgecilmez keyfini ozledim. Ne spekulatif yasamisiz, ne cok kendimizi katmisiz da hala tadi damagimda kalmis. Daha gecen gun, Gulcan'la konusurken, benim sacma sapan utangacligim uzerine "Kizim lise de misin, nesin?" demesi uzerine, "Yok, sanirim ilkokul" deyince, soyle karsilikli gulesim o kadar cok geldi ki. Aptalliklarimizi cok ozledim be, blog! Keske herkesi bir bavulla yanimda tasiyabilsem, bir dolabin icinde tutabilsem, ne zaman ihtiyacim olsa cikarsam. Boyle bir bencil domuza donusesim geliyor mutemadiyen.
Neyse ki Skype var, mesela zencefilin koltuk uzerinde kuyrugunu sallaya sallaya kivrilip uyuyusunu izlemek, annemler televizyon izlerken oturma odasina canli baglanmak... Teknoloji olmasa, su uzaklik cekilmez vesselam!
Daha anlatilacak pek cok sey var, ama bu hizli guncelleme entry'si yetmeli simdilik... En yakinda, daha mutlu havadislerle...

Hiç yorum yok: