-Dedeni kaybettik!
-Tamamen mi?
...
Kapatın Pandora'nın kutusunu, umut en büyük işkence, kelimelerle oynamak, bir kaçar yol bulmaya çalışmak, ufak da olsa bir şans aramak.
Şimdi hepimizin bu beklenmedik ölüm karşısında, bol bol acı ve pişmanlık kaldı. Keşke..
Tek istediği bizimle yazın bir kaç gün geçirebilmekti, onlarda kalmamıdı Eski günlerdeki gibi...
Kimbilir pencereden dalgın dalgın baktığında, neler düşünüyordu, ne kadar uzaklaştığımızı mı, onlara ne kadar az vakit ayırdığımızı mı?
Derken bir gün anneannemin, kuzenim Naz için hazırladığı yemekte, sessiz, canı sıkkın gözüken dedemi görüp hasta mı acaba diye düşünürken kafama dank etti. Ölücekler... Hepimiz gibi. İçim sızladı, söz verdim, bundan sonraki tatilde birkaç gün kalacaktım. Ama ağustos sonu çekilmiş şu resimdeki adamın, 4. derece akciğer kanseri olduğunu düşünür müydünüz, son iki aydır kan öksürdüğüne inanır mıydınız, 4 kat merdiveni durakmaladan çıktığını görseniz öleceği aklınıza gelir miydi iki ay sonra? Biz de yakıştıramadık, gelmedi... Yoksa benden çalınmış şu yazın, bilgisayar, excel ve gazete başında geçirdiğim günlerin hepsini ona ayırmaz mıydın, sarılmaz mıydım sıkı sıkı?!! İkibinsekizinci ağustosun bir cuma günüydü. Pazar günü kanser olduğu haberini aldık. Biopsiler, patlayan tümörler, yoğun bakım üniteleri, hastane virüsleri kapladı ondan sonraki dönemde gündemimizi.
Alternatif ilaçlar, düzelir gibi olmalar, umutlar, ağlamalar.
Ve en sonunda gelen kötü haber. Aldığım 5 kutu ilacı hiç kullanamaması, ona buna, hiçbirisine üzülmüyorum. Tek üzüldüğüm, tek pişmanlığım onu ne kadar sevdiğimi, değer verdiğimi belli edememek. Gündelik kaygılarımdan, ona zaman ayıramamış olmak. Alternatif bir yaşam sonrası yaşam inanışım olmadığı için, bunu hiç bilemeyeceğine üzülüyorum. Teslim etmem gereken iki ödevi ağlama nöbetlerim arasında yazdığımı, aklıma her gelişinde engel olamadığım gözyaşlarımı, iç sıkıntımı, pişmanlığımı hiç bilemeyeceğine üzülüyorum.
Umarım onu ne kadar sevdiğimden hiç şüphe etmemiştir. Çocukken yeşerttiğimiz fasulyeleri, nohutları, parklarda akşamlara kadar benimle kaldığını, benim hayvan sevgisi çılgınlığım nedeniyle her sene aldığımız civcivleri, sevdiğimiz köpekleri, atları hiç unutmadığımı umarım biraz olsun anlatabilmişimdir yoğun bakıma gizlice girip elini sımsıkı sıktığım o kısacık zamanda. Ya da alnına kondurduğum öpücükte.
Umarım...
Şimdi neye ağlayayım şaşırıyorum. Dedemin yapayalnız, bir hastanede, acı çekmesin diye uyutulduğu sırada ölüşüne mi? Onun yokluğuna ve pişmanlıklarımıza mı? Benim gelmemi bekleyip tam geri döndüğüm ölüşüne mi? Birkaç ay önce annesini kaybetmiş anneannemin İzmir'in bir köşesinde yapayalnız kalışına mı? Son bayramda dedemlere gittiğimde yediğim balığı çok sevdim diye, Aydın'a hastaneye gitmeden önce, ölümü düşünmemiş dedemin, benim için dolabı o balık ve sevdiğim bir ton meyve ile doldurmuş oluşuna mı?
Yoksa hepsine mi?
Kısacası ağlıyorum son 4 gündür.
Küçükken
bana çok tuhaf gelirdi, bir arkadaşım anneanne/babaanne ve dedesinin öldüğünü söylediğinde. Ya da onlarla yakın ilişkileri olmadığını öğrendiğimde. Oysa biz sürekli görüşürdük, sürekli birlikteydik. Anlam veremezdik, aklım almazdı. Şimdi iki dedemi de kaybettim. Oysa ben annemin dedesini bile görmüştüm, babaannesini de, anneannesini de. Hani yaşam süresi uzuyordu, nasıl iş bu böyle.
.jpg)
Hani sağlık standartları yükseliyordu...
İstatiksel yalanlar ile yürümüyor işte hayat.
Sonuçta koca filler ölüyor, bize sessizce ağlamak düşüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder